İnsan Neden Yazar-Deneme

    İnsan Neden Yazar?


Yazmak, asırlardır insanoğlunun elinde neşvünema bulup kullanımının çeşitli amaçlara hizmet etmesiyle oluşan ve dünya yerli yerinde kaldığı sürece de devam edecek bir eylemdir. Müzeyyen uzun açıklamaların iticiliğinden nemalanmamak için asıl soruya geçmek istiyorum: "Neden yazıyoruz ki bunları?" Bu soruyu kırılmış kalemimle inatla cebelleşirken kendime de soruyorum: Neden kalkıp başka bir kalemle devam etmiyorum ki yazmaya? (Kendime en işime gelen soruları yönelttiğimi göz ardı ettiğinizi düşünerek soruyorum.) Bunca yüzyıllardır neyi yazıyoruz, yazmakla neleri değiştirebiliriz, yazdıran kim, yazılanlar nerelerde okunuyor, bunca yazı olmasaydı ne olurdu?.. Yâr deyince elimizden düşecek bir kalem olmadıktan sonra ne diye bu işin çilesini çekiyoruz ki? Hemen burada "Mihriban" türküsünün zihinlerde çalmasını engellemek, birkaç saniye boşluğa dalan gözlerinizi asıl konuya çevirmek adına sorularımı biraz frenliyorum. Daha ciddi meselelerimiz varken "yazıda" kalın sevgili okur!
Sizlerin bu sorulara verdiği cevapları önemsemekle beraber maateessüf duyamayacağım için bu soruların cevaplarını farklı yüzyıllardan, farklı milletlerden insanların yazdıkları üzerine araştırma yapıp farazi konuşmalarla yorumlayacağım bir yazı olacağa benziyor.
.....................................................................

MÖ. XVIII. yüzyıla kadar gidip "insan neden yazar?" sorusuna bulduğum cevabın " çünkü her yıl evlenen Sümer kralına düğününde evlendiği rahibenin bir aşk şiiri söylemesi gerekiyordur" nevinden bir cevap beklemiyordum. Fakat beklemediğim sonuç Sümer kralının her yıl evleniyor olması değil de her yıl evlendiği gelinlerin aynı şiiri müzik ve dans eşliğinde söylediği gerçeği oluyor. Onur kırıcı..İstanbul Arkeoloji Müze şark eserleri bölümünde sergilenen bu yazıtın çevirisi ise şu şekilde:

Damat, kalbimin sevgilisi
Güzelliğin büyüktür, bal gibi tatlı
Aslan, kalbimin kıymetlisi
Güzelliğin büyüktür bal gibi tatlı

şeklinde devam eden bir yazı. Böylelikle "insan neden yazar" sorusuna bulduğum ilk yanıt çağlar öncesinden bir aşk şiiri oluyor. Ey aşk sen nelere kadirsin, diyor ve sizlere tarihte bilinen ilk cümleyi de yazıp çağlar öncesinden gelen yazı mevzusunu kapatmak istiyorum.

Bu resimde bitlerden illallah eden insanoğlunun isyanını bir bit tarağının üzerine "Bu diş, saç ve sakal bitlerini kökünden söksün." diyerek ortaya koyduğunu görüyoruz. İnsana musallat olan minicik bit ortaya bir tarak ve en ilginci ise tarağın üzerine bir yazı yazdırıyor. Günümüzdeki hiçbir bit tarağının üzerinde bu denli reklam sayılabilecek bir cümle yazmadığını belirterek ve şu istemsiz gelen kaşınmalardan sıyrılmak için başka yazı örneklerine geçiyorum.


Günümüzde de sıkça rastladığımız, illa birilerinin aşkını ilan ettiği, bazen içini döktüğü -ki bir insan en çok bir duvara içini döker- ya da özlü sözlerden seçmelerle yazılmadık söz kalmayana kadar baştanbaşa yazılan duvarlar çokça var. Kağıt kalem yetmiyor mu ki bu insan evladı gördüğü duvara dalin kokulusuna olan sevgisini yazıyor, o da yanlış yazıyor😑.Her neyse..

Duvar yazma geleneğinin bundan 1600-1700 yıl öncesinde de varlığını koruduğunu aşağıdaki örnek duvar resminde görebiliriz. Bu duvarda ne mi yazıyor? Khoris adlı birinin gözleri iyileştiği için inandığı tanrısına kandil adadığı yazıyor. Gözleri iyileştikten sonra belki teşekkür etmek için ve bu teşekkürünü de tanrısı daha iyi görsün diye duvara yazmış olabilir, diye düşünüyor insan. Hediye olarak da kandili seçmesi ayrı manidar.. Şimdi toprağın altında bir gözü bile kalmadığını düşünürsek insanın gelip geçici ömründe sahip olduğunu sandığı her şeyin ömrünün noktalanmasıyla elinden alınacağı gerçeğinin mezar taşları kadar soğuk etkisi yüzümüze çarpıyor.

Peki, duvarları bırakıp insanoğlunun bir avuç toprak altında yatan insanların başlarındaki taşlara yazılar yazmasına ne demeliyiz? Bu geleneğin Osmanlı ile beraber farklı bir noktaya ulaştığını söyleyebiliriz. Öyle ki özenle işlenen mezar taşlarının insanda bıraktığı hayret hissi yazılara olan ilgi ve beğeniyi de artırıyor, sonra insan mezar taşına yazdıracağı yazıyı düşünüyor. Belki Yunus gibi biz de deriz: 

"Benim garip gönlüm aşktan usanmaz.. Ölen hayvan imiş, aşık olan ölmez.."

Yazının bu noktada durgunlaşmasıyla Rasullullah (sav)'ın dediği gibi: "Lezzetleri yok eden ölüm.." sözüne geldik diye düşünüyorum. Ölümü düşünmenin insana dinginlik veren tarafı etrafına da aksediyor. Umarım siz de bir an durup ölüm gerçeğini mülahaza etmişsinizdir. 

Bu yazı ne kadar "İnsan neden yazar?" sorusuna cevap veriyormuş gibi gözükse de aslında bir arayıştan ve yine o soruyu sormakla devam eden kısır bir döngüden ibaret. Bu sorunun cevabını aramak için verdiğim birkaç örneğin yetersiz oluşunu, binlerce örnek versem de yetersiz kalınacağı gerçeğiyle göz ardı ediyorum fakat bu soruya tek bir cevap söyleme hakkım olsaydı "derdi olmak" derdim. Yazı yazmaya bir ihtiyaç olarak bakıyoruz çünkü içimizde bir yerde derdimize derman olur düşüncesi var. Dert insana yol gösterir derler, o yolda arayışımız yazıdan ve yazmaktan geçiyorsa yazmak da insana yol gösterir diyebiliriz. Rabbim dosdoğru yoldan ayırmasın, selametle.




Sema Ferda


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

birikiüçdört- şiir

İnsan Ağ(a)rır -Hikaye