Masal İçinde Bir Nokta- Deneme
Bir varmış bir yokmuş..
Hayır hayır, masal anlatmak gibi bir niyetim yok. Aslında masal anlatıcısı olmak isterdim ama artık çocuklar da dahil kimsenin "bir varmış bir yokmuş" denilince içine müthiş bir heyecan ve merak dolmadığını görebildiğimden buna kalkışmayacağım -şimdilik-. Ama konumuz bu değil, konumuz bir varmış bir yokmuş kalıbı üzerine bazı mülahazalardan ibaret olacak. Allah utandırmasın diyelim o vakit, bismillah.
Olağanüstülük, abartı ve imkansızlıklar üzerine kurulu masalların aslında masallara göre fazla gerçekçi bir sözle başladığını, hatta masalların önce bir gerçekle yüzleştirip sonra sözlerinde olabildiğince ipin ucunu kaçırmaya kadar gittiğini söylesem.. ne anlatıyon be abla gözünü seveyim be abi diyebilirsiniz. Durun yavaş yavaş açıyorum, önce beyinlerde bir dengesizlik oluşturalım istedim. Arkanıza yaslanın ve sakince okuyun.
Her şey bir ândan ibaret. Ân ne büyük bir kelime. Biraz önce yok oldu ve şimdi başka bir ânın içine fırlattı bizi, hem de hiç hissettirmeden.. Kalbin vuruşlarına benzeyen bu varlık-yokluk silsilesi içinde hayatımız deveran ediyor. Arada boşluk kalmayacak şekilde, domino taşları gibi birbirine dokunduğu anda cereyan eden enerji, varlığı yok ederek bir teceddüd sağlıyor. Bu bir anlık dediğimiz, kısa bir süreden ibaret teceddüd, bir karıncanın yeryüzündeki adımlarının sessizliğine benziyor. Duyamayacağımız kadar hafif, gürültüsüz, mahfi..
Bahsettiğim bu teceddüde İbn-i Arabi'nin ne şekilde bir açıklama getirdiğine bakalım:
"Bil ki âlem/dünya, çokluk üzerindeki Ehadiyetin ezici gücüyle her an alemin bir benzeri ortaya çıkmaktadır. Çünkü alemin varoluşu onun yokluğunun "ân" haline dönüşmesi demektir. Böylece ez-Zâhir, zuhûrunu ilk gizli şey üzerinde kabul ettirir. Sonra el-Bâtın bâtınlığını ilk zuhûr üzerinde kabul ettirir; böylece alem durmadan yok olur ve durmadan var olur. Sonra, otorite ez-Zâhir'e geçer; sonra el-Bâtın'a geçer; bu şekilde sonsuza dek sürüp gider. İşte buna "durmadan yenilenen yaratılış" (halkun cedid) denilir.*" İbn-i Arabi bu şekilde açıklamış, yine de biz Allahualem diyoruz.
Bir de kendimizi başka bir ânda bulmamızın paldır küldür yanını da söylemek gerekir. Burada yokluk bir boşluktan ibarettir. Varken yok olduğu bariz bir şekilde ortaya konulunca oluşan o boşluk.. Önemli olan yeri dolup dolmaması değil, burada var olan yok olduktan sonra bir değişime uğramıyor, sadece basit bir şekilde yok olmuş oluyor. Mesela ölüm gibi, daha hacimli, gürültülü ve aşikâr..
İşte hayat, bundan ibaret: Bir varmış bir yokmuş. Elbet her şey zıttıyla kâimdir, dünyada varlığımızı sürdürdüğümüz her an yokluk kapısını aralıyoruz. Yani çiçek dalından koparken, anne çocuğunun alnından son kez öperken, bir kuş kursağındaki solucanı yutarken, top oynayan çocukların topu bir cama sertçe çarparken, insan çocukluğunun arkasından el sallarken bir varmış bir yokmuş..
İnsan kendi hikayesine de başlarken bir varmış bir yokmuş'la başlamalı. Anka kuşunu göremeyecek, kocaman saraylarda yaşamayacak, saçlarını bir kuleden sarkıtamayacak ve beklediği o prens beyaz atıyla gelmeyecek olsa da en azından.. sizi kapı kapı arayan bir prens de çıkmayacak hayır bence bu meseleyi kapatalım. Uzun lafın kısası ne diyeceğimi unuttum, lâkin burada Yunus Emre'nin güzel bir sözü aklıma geldi bari onu paylaşayım: "Bunca varlık var iken, gitmez gönül darlığı."
Masalların klasikleşmiş ilk cümlesi olan bir varmış bir yokmuş'tan yola çıkıp Yunus'la noktaladığımız bu yazıyı okumakla ne kazandığınızı ya da ne kaybettiğinizi düşünmeyi sizlere bırakıyorum. Umarım sizi bu kalıbın (biraz korkutan, biraz teselli olan) gerçekçiliği üzerine biraz düşündürebilmişimdir. Selametle..
Sema Ferda
*Nurlar Risalesi, İbn-i Arabi
Yorumlar
Yorum Gönder